Interview - #60JahreMusik Tuğçe Kurtiş
IstanbulBerlin.com
İstanbul’da doğup büyüyen Tuğçe Kurtiş, tiyatro, müzik ve psikoloji eğitimi görmek için 17 yaşında ABD’nin Vermont eyaletine bağlı Bennington şehrine gitti. Kültürel psikoloji alanında doktorasını tamamladıktan sonra University of West Georgia’da psikoloji bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı. 2017’de ABD’den ayrılarak Avrupa’ya taşınma kararı aldı. 2017 yazından bu yana Berlin’de yaşıyor, akademide çalışmaya devam ederken Paraguaylı Santi’yle birlikte Santi & Tuğçe ismiyle müzik yapıyor. Buradan müziklerini dinleyebilirsiniz.
Türkiye’den Almanya’ya yeni göç eden bir müzisyen için bugün Almanya’da nasıl bir müzik ortamı var? İçinde yaşadığımız göç sonrası süreçte “Nerelisin?” sorusunun sizce bir anlamı var mı?
Türkiye’den Almanya’ya yeni göç eden bir müzisyen tanımına pek uyduğumu söyleyemem. Çünkü 2000 yılından bu yana Türkiye’de yaşamıyorum. 2017 yazında ABD’den Berlin’e taşındım. Bu taşınma sürecini de “göç”ten ziyade bir “geçiş süreci” olarak kurguladım buraya gelirken.
Müzik ortamı olarak, şu anda elbette pandemi nedeniyle Almanya’daki müzik dünyası tüm dünyada olduğu gibi durgun, türlü belirsizlik ve kaygılar içerisinde. Ancak pandemi öncesi dönemde çok renkli, çok sesli, yeniliğe ve denemeye açık, kolektif çalışmayı ve üretmeyi seven, oldukça keyifli, sanatçıya hem ilham hem destek veren bir müzik ortamıyla karşılaştığımı söyleyebilirim.
Tam da kültür, kimlik, toplumsal bellek ve dinamikler gibi alanlarda araştırma yapan bir sosyal bilimci olduğum için bu soruya çok farklı yerlerden yaklaşabileceğimizi düşünüyorum. Çok kısaca şöyle diyeyim. “Nerelisin?” sorusunun farklı soruluş şekilleri var (örneğin, “Nerede doğdun?”, “Kendini en çok nereye ait hissediyorsun?” ya da “Buradan olmadığın belli, aslen nerelisin/ailen nereden?” gibi). Bu soruya çok farklı yanıt seçenekleri de mümkün (örneğin “Akdenizli”, “Doğu Berlinli”, “Filistinli” vesaire). O nedenle, “Nerelisin?” sorusu çok farklı ve değişken anlamlar taşıyan bir soru. Bu soruya verilen yanıt, ya da kısaca “kimlik” sadece öz tanımımızdan oluşmuyor. Başkalarının gözünden nasıl tanımlandığınızla da ilgili bir kavram. Kendimi bir dünya insanı ya da yaşayan evrenin bir parçası olarak tanımlamak istesem de Almanya’da, ABD’de ya da başka bir yerde bazen “öteki”leştiriliyorum. Özellikle Almanya’da kimi zaman çok hızlı bir şekilde kutuların içine koyulduğumu hissediyorum. “Aaa sen Türkiye’den misin? Ben seni İspanyol/İtalyan/Latin Amerikalı sanmıştım!” tarzı sıkça duyduğum tepkilerden de anlaşıldığı üzere, Almanya’daki “Türkiyeli” olma kavramı genelde “Gastarbeiter” kimliği ve bu kimliğe atfedilen önyargılar üzerinden tanımlanıyor. O yüzden kendi seçtiğiniz kimlikler yanı sıra size yüklenen kimlikleri de bir şekilde taşımak veya açıklamak zorunda kalabiliyorsunuz burada.
Müziğiniz ya da müziğe bakış açınız Almanya’da yaşadığınız şehirdeki kültür ve sanat atmosferinden nasıl etkileniyor? Almanya ve Türkiye’de müzik yapmayı ya da sanatçı olmayı kıyasladığınızda nasıl bir fark deneyimliyorsunuz?
Berlin çok uluslu, çok farklı sanat, politika ve hayat anlayışına sahip toplulukların bir arada yaşadığı, yenilikçi ve dinamik yapısıyla günümüzde birçok sanatçıyı kendine çeken bir buluşma noktası. Hatta birçok sanatçının, özellikle birçok müzisyenin favori şehri. Bir yandan puslu, karanlık, bir yandan da rengârenk, çok katmanlı bir şehir. Bu nedenle Santi’yle birlikte yaptığımız çok kültürlü, çok renkli, çok dilli müzik için ideal bir mekân. Buradaki sanatçılarla birlikte çalışmak, üretmek, buradaki dinleyicilerle müziğimizi paylaşmak, şehrin sunduğu farklı sanatsal ve kültürel zenginlikten beslenmek büyük bir şans.
Ülke olarak karşılaştırırsak, Almanya’da sanata ve sanatçıya genel anlamda çok daha fazla destek ve değer verildiği bir gerçek. Bence bugün sanatçı veya müzisyen olarak var olabilmek hiçbir yerde kolay değil. Türkiye’nin günümüz toplumsal, kültürel ve ekonomik koşulları düşünüldüğünde sanatçıların yaşamlarını ve müziklerini devam ettirecek maddi veya manevi ortamı bulabilmelerinin çok daha güç olduğunu gözlemliyorum. Bu nedenle de Türkiyeli müzisyenlerin kendilerini uluslararası müzik camiasında kabul ettirmelerini çok önemli bir başarı olarak değerlendiriyorum.
Almanya’ya sizden önce çeşitli nedenlerle göç etmiş müzisyenlerin ya da orada yetişmiş bugün üçüncü dördüncü kuşakların müziğe katkısı ile müziğiniz arasında bir bağ hissediyor musunuz? Kendi müziğinizi müzikte yankılanan çağdaş göç dinamiklerinin bir parçası olarak görüyor musunuz?
Müziksel anlamda yakın bir bağ hissettiğimi ya da genel olarak dinlediğim müziklerle kimlikler veya kuşaklar üzerinden ilişki kurduğumu söyleyemem. Aynı şekilde kendi yaptığım müziğe de belli bir kimlik veya akım penceresinden bakmıyorum. Paraguay doğumlu partnerim Santi’yle seneler önce ABD’de tanıştığımızdan bu yana dünyanın pek çok farklı müzik türünden ve döneminden esinlenen İspanyolca, Türkçe ve İngilizce şarkılar yazıyor ve üretiyoruz. Yaptığımız müziği çağdaş göç dinamiklerinin veya bir bölgenin, kuşağın, topluluğun müziği değil de evrensel insan yolculuğunun bir parçası olarak görüyoruz. Değişik topraklardan, deneyimlerden, hayallerden, kültür birikimlerinden ilham alan, bunları çağdaş ve elektronik yapılarla yoğuran bir müzik. Bu anlamda bizi en çok harekete geçiren şey içinde yaşadığımız insani yolculuğa dair derin bir boyutta bağ kurma isteği.